Friday, October 10, 2008

.

O kadar iyi biliyorum ki bunun nasıl bir acı olduğunu, nasıl içini dağladığını insanın, neleri alıp götüreceğini... Daha ilk anda başlayan büyük sarsıtıyı ve en kötüsü, daha nelerin olacağını, hiç bitmeyeceğini ve kalan ömrünü böyle içinde büyük, kocaman bir acıyla yaşayacağını. Bütün hayatının baştan sona değişeceğini, bir daha asla hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını ve kalan hayatını hep eksik yaşayacağını. Biliyorum.

Bütün bunların arasında, yüreğim en çok senin için acırken bir yandan da içimdeki büyük bencilliği keşfedip dehşete düşüyorum ve çok utanıyorum kendimden.

Friday, May 9, 2008

Yolculuk

E, yola düşmeli o vakit. Mademki durulmaz artık buralarda, gitmek lazım o vakit.
Gitmeli de nereye? Öyle ha deyince çıkıp gidilmiyor ki. Bir sürü ayar lazım. İş, güç, ev, insanlar... Hepsinin ayrı beklentileri var, hepsine ayrı bir zaman ayırmak lazım. Öfff, bir yığın iş şimdi. Vaz mı geçsek? Ama yok yok, dedik ya, durulmaz artık buralarda. Gitmek lazım.
Önce bir bilet almalı. Bir yere. Nereye? Nereden başlamalı? İnceldiği yerden başlamalı. Önce orası kopacak çünkü. E, hadi o zaman, inceldiği yere bir bilet alalım.
Neyle gidilir oraya? Gemiye benzer bişiyle. Gemi gibi bişey işte, denizde gidiyor ama sen görmüyorsun denizi. İçine sıra sıra koltuklar koymuşlar, sen orada oturuyorsun, her taraf kapalı ama denizde gidiyorsun. Denizi görmüyorsun, dalga sesi de yok, beyaz köpükler de martılar da. Bak bu iyi işte. Gevreğimiz bize kalır o vakit. Martı yoksa gevreğimizi kendimiz yiyebiliriz afiyetle. Güvertede çay ve sigara da yok ama çünkü güverte de yok.
Olsun, görmesek de biliyoruz ya denizde olduğumuzu, o bile yetiyor. Tangır tungur merdivenlerden çıkarken hissettik gemide olduğumuzu. Ağır ama metal bu yüzen şey, ağır ama demirden, yüzüyor da...
Bindik gemiye. İki kere bilet kontrolünden sonra. Bu kadar mühim bişiy miymiş bu??? Yerimizi bulduk, oturduk. Çocuk sesleri, yemek kokuları, asık suratlar... Homurdanan insanlarla dolu ortalık. Niye mutsuz bu kadar insanlar? Herkes mi ipleri koparmaya gidiyor bu gemiyle? Bu gemi tek bir limanda mı duracak? Sadece ipleri inceltenler binebilir, onlar da koparacaklarından eminlerse. İpleri hala kalın olanlar, ince olup da koparmak istediklerinden emin olmayanlar, lütfen gemiyi terk edin; bu sizler için yapılan son çağrıdır, lütfen gemiyi terk edin.
Gemiyi en son kaptan mı terk ederdi fareler mi? Farelerin konumuzla ilgisi yok ama kaptan terk ederse biz nasıl gideceğiz bu gemiyle? Aranızda gemi kullanmayı bilen var mı?
Herkes yerleşti, kimse gemiyi terk etmedi. Yetişkinler yerlerine oturup surat asmaya devam ettiler, çocuklar bağrış çığrış koşuşturmaya... Gemide gezinmek sadece çocuklara serbest, yetişkinlere yasak. onlara sadece surat asmak serbest. Bir de eli tesbihli adamlar ara sıra kalkıp camdan dışarı bakabilirler. Onlar da ne göreceklerse bu karanlıkta... Günler uzadı ama o kadar da değil, bu saatte karanlık hala.
Pekala o vakit, çocuklar koşmaya, büyükler homurdanmaya devam etsinler; biz de gidelim. Gidelim de görelim bakalım şu iplerin durumunu. Bakalım ne kadar incelmişler, nasıl kopacaklar, ne kadar acıtacak koparken ya da belki de bir düğüm atıveririz inceldiği yere. Sağlamlaştırdığımızı zannederken en çok acıtacak noktayı kendi ellerimizle öreriz...
(13.04.2007)

Monday, March 24, 2008

Deliler...

Konuşmak lazım.
Uzun uzun. Önünü ardını düşünmeden konuşmak, anlatmak, dinlemek sonra. Bu eksiklik duygusundan kurtuluruz belki de bu şekilde. Ya da tüm korkularımız yok olur birden bire. Bütün anlattıklarımızla beraber korkular da çıkıp gidiverir içimizden belki.
İçinde şekillendirmeye çalışmak yanlıştır belki de, doğru zamanları kovalamak da. Anlatırken aydınlanırız belki, farkına varırız neyin ne olduğunun.

Uyanmak lazım.
Aşka rağmen sarıp sarmalayan bu kış uykusundan uyanmalı bir an önce. Beklerken de yaşamayı öğrenmeli. Hayat o kadar da uzun değil. Bir kez olsun doğru yöne bakabilmeyi becermek lazım. Telaşa mahal vermeden yakalamak lazım günü. Ölümden başka bir yer yok yetişmemiz gereken...

Sunday, March 2, 2008

???

Nasıl buldun beni? Denk mi geldi gerçekten? Yoksa gerçekten bu kadar imkansız mı bütün bu olup bitenleri mantığa bürüyüp açıklayabilmek? İmkansız değilse de tercih edilen de değil. Böyle inanamayarak, hayranlıkla ve her daim şükrederek bakakalmak gözlerine tercihimiz.



Hiçbir şey istemediğimi zannettiğim bunca zaman meğer sen şekilleniyormuşsun kafamda.



Sonra elinde büyü kitabınla geldin. Her yeri maviye boyadın. O mavinin içine dalıp da bütün dünyayı unutabilmek ne güzelmiş meğer. Kaçacak, sığınacak bir yerin varlığı nasıl bir huzur veriyormuş insana. Nasıl da umut veriyor elini tutup hayal kurmak, bütün hayaller nasıl da bir adım ötemizde görünüveriyor gözlerimize. Sanki önce biraz izleyip tadını çıkaralım, nasılsa elimizi uzatsak avuçlarımızın içine alıveririz hepsini. Öylesine mümkün herşey seninle. Öte yandan, hiçbiri olmasa da olur...